2. BAŞLIK
2-Yeniden yapılanmanın politik taktik zemini; ANTİFAŞİST MÜCADELE
Dünyada ve ülkede yaşanan gelişmeler antifaşist mücadele kavramına “siyasal demokrasi” sorunu olmaktan çok daha öte boyutlar kazandırmaktadır. Son on/ onbeş yılda önce çevre ülkelerde başlayıp, sonra merkezlere sıçrayan ve dünyayı dalga dalga etkisi altına alan faşizm; aslında kapitalizmin derin krizinin, bunun azgınlaştırdığı emperyalist paylaşım saldırganlığının ve dünyayı 3 savaşın eşiğine getiren yapısal krizlerin tek tek ülkelerdeki siyasal görünüşü olmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı’nın galibi, kural koyucu emperyalist güç olarak ABD; kapitalizmin küresel sorunlarıyla başedemedi ve girdiği hegemonya krizinin etkisiyle emperyalist hiyerarşideki pozisyonunu hızla kaybediyor. “Dünya batarken kendini kurtarma” politikası yürüten Trump iktidarı; şimdi ayak bağına dönüşen 50 yılda kurdukları kurumları, kuralları ve ittifakları yerle bir etme ve ABD’yi “dünya jandarmalığından” “dünya haydutuna” dönüştürme misyonu üstlenmiş görünüyor. Kanada’yı Grönland’ı Gazze’yi pervasızca isterken, yeni kuralları ilan ediyor ve dünyayı “güçlünün ganimet alanı” olarak yeniden tarifliyor.
Küresel krizi daha da derinleştirerek 3. Dünya Savaşı’nı tetikleyecek bu dönüşüm, diğer emperyalist ülkelerde de karşılıklarını üretmektedir. Başta İngiltere, AB, Rusya, Japonya gibi emperyalist rakipleri ve bunların peşine takılan yerel bölgesel güçler; aşırı silahlanmayla ve faşist yönetimleri iktidara çağırarak değişime ayak uydurmaya çalışıyor. Ganimet olmadan ganimetten pay almak uluslararası ilişkilerin yeni kuralıdır. Sovyetlerin çözülmesinden sonra zincirlerinden boşalan emperyalist paylaşımın geldiğimiz noktada artık niteliksel bir sıçrama yaşadığı ve ve kalet savaşlarından merkez ülkelerin doğrudan çok yönlü ticari, teknolojik, askeri çatışmalarına bıraktığı 3. Dünya Savaşı nesnelliğine geçiyor. Böylesi bir gerçeklikte liberal demokrasi, barış, içişlerine karışmama, uluslar arası kurallar ve kurumlar vb. maskeleri bir tarafa atılırken, küreselleşen faşizmin çıplak zoru tek geçerli hukuk haline getiriliyor.
Emperyalist paylaşım mücadelelerinin yeni konağında; “anti faşizm, anti emperyalizm, anti kapitalizm ve savaş karşıtı mücadele” tek bir kavramla ifade edilebilecek kadar içiçe geçmektedir. Faşist iktidarlar tarafından kuşatılan dünyanın hemen her coğrafyasında; uluslarasılaşmak zorunda olan anti faşist mücadele; tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nda komünistlerin yürüttüğü içerikle antikapitalist, anti emperyalist ve savaş karşıtı boyutlara doğru genişlemektedir.
Dünyada faşizmin emperyalist paylaşımla organik bağı gibi, bizde de bölgesel paylaşımla rejim arasında dolaysız bir ilişki bulunmaktadır. 1990 sonrası sözü edilen küresel ölçekteki değişimlerin doğrudan etkilediği ve bölgedeki paylaşımın hem nesnesi, hem de öznesi konumundaki Türkiye, faşizme ilk evrilen ülkelerden birisidir. Sovyetlerin çözülmesi ve Avrupa Birliği kapısının kapanmasının ve batıya dönük geleneksel stratejinin tümüyle boşa düşmesinin ardından, Türkiye’nin yönü bütünüyle Ortadoğu’ya çevrildi. Stratejik konumundaki bu derin kırılma ilerleyen yıllarda zincirleme olarak Uluslar arası ittifaklarında, devlet yapısında, siyasal sisteminde, sermaye – devlet ilişkisinde ve hakim ideolojisinde kendi mantıksal sonuçlarını üretti.
1990’larda “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türkiye” şiarıyla ve İsrail’le stratejik işbirliğiyle başlayan bölgesel güç olma macerası, çeşitli kırılmalar ve altüstlükler yaşadıktan sonra AKP- MHP- Ergenekon iktidarında “Yeni Osmanlıcılık” şiarıyla; İngiltere ve Katar’la girilen stratejik hatta oturtulmuş ve bölgede dengeleri değiştirecek derinliklere ulaşmıştır. Özellikle 2010’larda ABD’nin Asya Pasifik Bölgesi’ne yoğunlaşması ve Brexit’le AB’den ayrılan İngiltere’nin “Yeniden Büyük Britanya” politikasıyla Ortadoğu’ya yerleşme ve AB’yi çevreleme hamlesi; Türkiye ile “Altın Çağ” olarak tanımlanan stratejik ilişkilere girmesini sağladı. Bu stratejik ilişki; Katar sermayesinin sistematik akışından, İngiltere’ye ihracatın ilk sıralara yükselmesine; SİHA’lar ve ortak yatırımlarla savaş sanayinin olağanüstü geliştirilmesinden, Ortadoğu ve Afrika’da kurulan askeri üslere, Ermenistan’dan, Libya, Suriye’de aynı anda “üç buçuk ülkede savaş”tan, faşist rejime ve toplumun bu stratejinin ihtiyacı doğrultusunda dönüştürülmesi çabalarına kadar birbirine bağlı pek çok sonuç üretti ve üretmeye devam etmektedir.
Genelkurmay merkezli geleneksel statüko çözülürken bölgedeki paylaşım çatışmalı bir tarzda içselleşti. ABD’nin NEOCON kanadının kontrolünde, saldırgan bir şekilde yargıya, orduya ve emniyete sirayet eden ve paralel devlet konumuna yükselmiş Gülen cemaati ile; MİT ve Özel Harp etrafında AKP – MHP siyasal destekli ve daha çok İngiltere Katar stratejik hattına eklemlenmiş klik arasında kanlı iktidar mücadeleleri yaşandı. AKP- MHP-Ergenekon iktidarı kazanan taraf olarak, 20 Temmuz darbesi sonrası OHAL kararnameleri ve Türk Usulü Başkanlık sistemiyle kurumlar hiyerarşisini yeniden belirleyerek, devletin yapılanmasını “Alaturka Faşizm”le tamamladılar.
12 Eylül’ün kurduğu yapı çözülürken, yerine 12 Eylül Darbecilerinin bile hayal edemeyeceği düzeyde merkezileşmiş bir devlet inşa edildi. Geçmişte her on yılda bir yeniden dizayn edilen ordu parlamento ikiliğini, her ikisini de işlevsizleştirerek aştılar. Böylelikle devlet; en çok siyasetin içine girdiği koşullarda, tümüyle “siyaset üstü” dokunulmaz bir konuma çekilmiş oldu. Ardından Partili Başkanlıkla parlamentoyu devlete iliştirdiler ve ikili parti sistemiyle siyasal alana da bir model dayattılar. Türk usulü başkanlık rejimi Alaturka faşizm, 2016 sonrası süreçte ender görülür çapta bir tasfiye dalgasıyla; kanunları, kurumları ve kadroları faşistleştirerek devletin dönüşümünü seçimler yoluyla geri döndürülemez düzeyde tamamlamış oldu. AKP kadroları, çizgisi ve tabanı ile dönüştürülerek devlete eklemlenirken, burjuva muhalefeti de “Yenikapı Ruhu” etrafında yedeklendi. Bölgesel paylaşıma entegre olmuş faşizm; seçimleri ve partileri de kapsayacak şekilde siyasal alanı, “Devletin Bekası” eksen alınarak dizayn edilmesi gereken güvenlik unsuru olarak tanımladılar. Başkanlık seçimlerinin tümünde muhalefetin içine operasyon yaparak ya da seçim süreçlerine müdahale ederek sonucu belirlediler. Devlet yönetiminde halk tarafından seçilecek tek kişiyi bile kendilerinin belirleyeceğini İmamoğlu’na yapılan operasyonla bir kez daha göstermiş oluyorlar.
Rejim açısından gelinen aşamada en kritik konu; 15 Temmuz sonrası kararnamelerle inşa edilen ve birbiriyle çelişkili kanunlar karmaşası yaşayan devlet yapısının, tıpkı 12 Eylül Darbesi’nin yaptığı gibi anayasal güvenceye kavuşturulması ve yeni statükonun kalıcılaştırılması sorunudur. Arkasındaki güçlere Devlet Bahçeli’yi hamleye zorlayan -bölgesel saikler dışındaki- en temel iç neden; Kürt sorununda asgari bir denge sağlayarak statükoyu stabilize edebilme hesabıdır.
Siyasal partileri ve aktörleri aşan bir hedef olarak devlet yapısını anayasal güvenceye almak, illa ki mevcut iktidarla sağlanmak zorunda değildir. Milliyetçi damarın başta MHP üzerinden tüm partilere yayılmış derinliği düşünülürse, siyasal aktörler bakımından MHP- Ergenekon çizgisinin hareket kabiliyeti oldukça geniştir. Bu nedenle tartışmalar çoktandır parlamenter sisteme geri dönmek düzleminden düşürülmüştür ve başkanın kim olacağı ve nöbet değişimine daraltılmış siyaset etrafında yürütülmektedir.
Alaturka Faşizmin; uluslararası ittifaklarıyla, bölgesel paylaşım mücadelesindeki aktif konumuyla, yeniden yapılandırılmış ve yeni güç merkeziyle, kurumları, kanunları ve kadrolarıyla faşistleştirmiş devlet yapısıyla doğru tanımlanabilmesi ve antifaşist mücadelenin de bu gerçekliğe göre tariflenmesi zorunludur. Bu yapı yalnızca Devrimci Siyaset tarafından tartışma ve mücadele konusu haline getirilebilir.
AKP’nin devleti ele geçirdiği, AKP gider, başkan değişirse faşizmin de gideceği, önderliksiz- örgütsüz kitle hareketinin CHP’nin ardında, seçimler yoluyla faşizmi devireceği ham hayalini yaymak, soldaki örgütsel gerilemenin ve antifaşist mücadele anlayışının zaaflarını göstermektedir. Oysa devrimci hareket açısından tutarlı bir antifaşist mücadele yürütmenin asgari ve öncelikli koşulu; işçilerin, emekçilerin, Kürtlerin, kadınların, gençlerin AKP- MHP- Ergenekon iktidarına karşı Üçüncü Kutubun bağımsız siyasi hattını ve örgütlülüğünü kurabilmektem geçer. Ancak bunun üzerinden burjuva muhalefetiyle yedeklenme ilişkisi olmayan, tıpkı Üniversite Gençliğinin pratikte gösterdiği gibi eleştirel ve zorlayıcı bir ilişkisi kurulabilir. Antifaşist mücadelenin bölgesel nitelik kazanması gerçeğine rağmen onun olağanüstü dar bir açıdan ele alınması burjuva muhalefette hakim, solda da yaygındır. Faşizmi AKP ve Tayyip Erdoğan’ın şahsına sıkıştıran bakış açısı, faşizmi; şiddetiyle, akıl dışılığıyla, dinciliğiyle, hukuk tanımazlığı ile tarif ederken arkadaki bu yapısal gerçekliği bir nevi “cambaza bakarken” görünmez kılmaktadır. Türkiye devrimci hareketindeki yeniden yapılanmanın politik taktik zemini; hükümetlerin değişiminden bağımsız olarak, faşizme karşı uzun süreli bir toplumsal mücadele için, kendisinden başlayarak demokrasi güçlerini bağımsız bir siyasi hatta ve toplumsal alanda örgütleme görevidir.
3. BAŞLIK: “Adı konulmamış süreci” antifaşist mücadeleye bağlamak
4. BAŞLIK: Antifaşist mücadelenin toplumsal tabanı; Üçüncü Kutup dinamikleri
5. BAŞLIK: Yeniden yapılanmanın örgütsel zemini
