3. BAŞLIK
3-“Adı konulmamış süreci” antifaşist mücadeleye bağlamak
Suriye’deki iktidarın tek kurşun atılmadan el değiştirmesinin ABD; İngiltere ve Rusya arasındaki bir uzlaşmanın sonucu gerçekleştiği ortaya çıktı. Bu uzlaşmanın nedeni Çin ve daha pragmatik hesapları olan Rusya’nın; İran’ın arkasında durmaması onun nüfuz alanları için savaşmaya yanaşmamalarıydı. İran’ın; Irak savaşından bu yana günümüzde dek genişletebilldiği nüfuz alanlarını, ABD ve İsrail’in 7 Ekim sonrası yaptığı saldırılarla, Filistin’de Lübnan’da ve Suriye’de peş peşe kaybetmek durumuda kaldı. Yemen’de halen saldır ve direniş sürüyor. ABD ve İngiliz emperyalizminin sıradaki planının; İran’ın Irak’ taki etkisini kırmak ve ardından Azerbaycan, İsrail ve Türkiye üzerinden yaratılacak iç karışıklıklarla molla rejimini devirmek ya da içine hapsetmek olduğu biliniyor. Yüz yıl önce cetvelle otel odasında çizilmiş sınırlar; aynı emperyalist güçlerin saldırılarıyla bölge altüst edilirken yeniden çiziliyor.

Tarihsel olarak bölgedeki her gelişme, Kürt halkının aleyhine olmuş ve kaybetmesine yolaçmıştı. Şimdi ise bölgedeki dengeler değişirken, kimliksiz, isimsiz, dilsiz, inkar ve imha ile karşı karşıya bırakılmış Kürt Halkı on yıllardır sürdürdüğü direnişin kazanımı olarak statü elde etmenin eşiğine gelmiştir. Bunun Ortadoğu cehenneminde, emperyalizmin ve yerel faşist gerici iktidarların gölgeleri altında gerçekleşiyor olması doğmakta olanın parlaklığını karartmıyor.
Kürt halkı, bu kez herkesin hesaba katmak zorunda olduğu bir konumda; askeri – siyasi gücü, alternatif paradigması ve statü talebiyle tüm denklemlerin orta yerinde durmaktadır. 2015 sonrası AKP-MHP-Ergenekon iktidarının, Kürt Özgürlük Hareketine dönük yürüttüğü çöktürme planıyla Kuzeyde askeri üstünlüğü sağladıysa da, Güney ve Batı Kürdistan’da sonuç alamadı. Direniş ve girilen taktik ilişkilerle (Rusya, İran, Esad Rejimi, ABD; İsrail vb. İle) “düştü düşecek” denilen Rojava’da yaratılan toplumsal devrim pratiğini, devlet iktidarına ortak olacak düzeyde büyütmeyi başardı.
Bölgede oluşan stratejik gerçekliklere en hızlı adapte olabilen güç olarak Kürt Özgürlük Hareketi; PKK ‘yi tasfiye ederek, mücadeleyi siyasi araçlarla sürdürme kararı alıyor.1999 sürecinde de benzer gelişmeler yaşanmıştı. Taktik üstünlüğü ele geçiren ordunun askeri zafere ulaşması, mücadele siyasi alana kaydırılarak engellenmiş ve beklentilerin aksine genelkurmay pozisyon kaybederken KÖH gelişmesini sürdürmüştü. Özgürlük Hareketinin 40 yıllık mücadelede kazandığı en önemli özelliklerden birisi, araçları ve kurumları hızla değiştirebilme yeteneğidir. Dolayısıyla yeni konseptin sağlaması beklenen esas kazancı; mücadelenin tıkandığı ve tekrara dönüştüğü yerden açılması ve yeni araçlara fırsat tanımasıyla ölçülmektedir.
Suriye’de iktidar değişimi Kürt Halkı’nın birden çok ve güçlü seçeneklere sahip olmasına yol açarken, bölgesel paylaşımın temel aktörlerinden AKP- MHP- Ergenekon iktidarının inkar ve imhacı siyasetini tümüyle boşa düşüren bir tablo ortaya çıkardı. Aynı çizgide ısrar edilirse, bölgesel düzenlemelerin dışına düşme ve sadece Kürt sorununda değil, Suriye yönetimi üzerinde de etkisiz kalma ihtimaliyle yüzleşilecekti. Askeri yoldan sonuç alınamamış olması, KÖH’nin bölgedeki köklü değişimler sonrası kazanabileceği stratejik konum ve Türkiye’nin bölgesel güç olma planlarına engel olma ihtimalleri nedeniyle yeni konsept devreye sokulmak zorunda kalındı.
Bu yönde hazlıkların bir yıldan uzun süredir yürütülmekte olduğu ve kimi uzlaşmalara varıldığı kamuoyuna yansıyan bilgilerden açığa çıktı. Bu sürecin iç siyasette yaratacağı zorunlu değişimleri ise olabildiğince erteleyerek, en küçük demokratik hakkı halkların burnundan getirerek tanıma politikası güdüleceği açıktır. Bu anlamıyla yeni konsept, bir demokratikleşme süreci değildir. Tehditler, kayyım uygulamaları ve askeri operasyonlar kesilmedi. Buradan daha ileriye gitmek için ne bir niyet belirtisi olmuştur, ne de iktidardaki aktörler ve toplumsal zemin buna uygun hale getirilmiştir. İnkarcı, imhacı siyasetinin yarattığı toplumsal zemin ve sürece uygunsuz aktörler eliyle yürütme zorlukları devlet politikasının tekrar tekrar başa dönmek zorunda kalacağının göstergeleridir.
Devlet Bahçeli devleti temsilen aktif şekilde ön alıp yol açarken, Erdoğan ve arkasındaki kliğin pozisyon kaybetmemek için ayak sürüyerek de olsa sürece dahil olduklarını görüyoruz. Tümüyle başkanlık koltuğuna kilitlenmiş politikasıyla CHP ise; sürece sahip çıkmakla, iktidarı boşa düşürmek için geleneksel şovenist politikaları kullanmak arasında salınıyor. Kurumlaşmış faşist rejimle ilişkisinin nasıl olacağını tariflemekten imtina eden ve Kürt sorununda bir demokratikleşme planı ortaya koyamayan CHP’nin; tıpkı demokrasi güçlerine olduğu gibi Kürt halkına da başkanlık için destek talep etmekten öteye önerisi ortaya çıkmamıştır. Diğer yandan Kürt siyasetini yönetim mekanizmalarından uzak tutmak amacıyla, Erdoğan sonrasına CHP, İYİ Parti ve Zafer Partisi vb. koalisyonu üzerinden hazırlanan bir senaryonun işletildiği de gözden kaçırılmamalıdır.
Elbette “adı konulmamış sürecin” adını koyacak ve barış mücadelesini birleşik bir antifaşist demokrasi mücadelesine yükseltecek ve Kürt sorununda çözümün de gerçek muhatabı; iki kutuplu yapının itilafçı – ittihatçı aktörleri değil üçüncü kutup dinamikleridir.
KÖH açısından yeni konsept bir yenilginin sonucu değil, Rojava’daki kazanımları kalıcılaştırma isteği ve inkar imha siyasetinin başarıya ulaşamamasının yarattığı pat durumuyla ilgilidir. Kuşkusuz süreç, halkların aleyhine de lehine de ihtimaller içeriyor. KÖH, emperyalizmin ve bölgesel iktidarların farklı taraflara çekiştiren politikalarının baskısını, eskisinden çok daha fazla hissedecek ve zorlanacaktır. Faşizm altında barış girişimi her an tersine dönme ve eskisine göre çok daha yıkıcı bir saldırı karşısında savunmasız kalma ihtimali taşır. Süreç devam etse bile güvenlik tehdidi ortadan kalkmayacaktır. Ayrıca politik olarak sıcak savaşın baskısından kurtulan Kürt burjuvalarının, işçi ve yoksul köylülerin hayatları pahasına yarattıkları değerlerin üzerine konma ve KÖH’ü uluslararası / yerel güçlere yedekleme çabalarını fazlasıyla artıracakları beklenmelidir.
Diğer yandan yeni konseptle siyasi mücadelenin kazandığı önem; birleşik mücadelenin eskiye göre daha fazla gelişmesine ve üçüncü kutup dinamiklerinin örgütsüzlüğünü aşmak bakımından halklar için yeni olanaklar doğmasına hizmet edecektir. Barış talebi demokrasi talebine bağlanmadan tutarlıca savunulamayacağı, Rojava’da elde edilen meşruiyet ve statünün kuzeyde ve güneyde karşılıklarını üretmeden edemeyeceği ve Kürt Halkı’nın bedeller ödeyerek kazandığı mücadele birikimiyle inkar ve imhanın kırıldığı her yerde demokratik bir arayışı filizlendireceği açıktır. Faşizmle bir süreç işletmenin getireceği tehditlerden daha çok, destek vermesi gereken demokratik dinamiklerin örgütsüzlüğü Kürt halkını zorlayacak esas sorundur.
Ana hatlarıyla ortaya çıkan süreç, Türkiye Devrimci Hareketi’nin KÖH ile kurduğu güncel ilişkilere köklü değişimler dayattığı gibi, stratejik ittifaka da yeni boyutlar getirmektedir. Ezen ulusun devrimcileri Ulusların Kendi Kaderlerini Tayini (UKKTH) ilkesini savunmaya devam edeceklerdir, ancak birleşik mücadeleyi esas mücadelesi haline getirmekte olan bir halkla kurulacak ittifak ilişkisinin, sadece bu ilkenin gerekleriyle tarif edilemeyeceği de ortadadır. Bir iç sömürge olarak işçi, emekçi, kadın, gençlik mücadelesinin organik parçası haline gelmiş olan Kürt direnişinin; antifaşist mücadelenin içeriğine olduğu gibi, sosyalizm projesine de bölgesel bir nitelik kazandırması kaçınılmazdır. Bu daha fazla iç içe girme süreci, Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin ulusal kalıpları aşması ve enternasyonalizme kendi orijinalitesinden katkı yapması zorunluluğunun göstergesi olmaktadır. Dünya savaşının eşiğinde bölgedeki altüstlük ve iç içelik; Kürtlerle, Türkmenlerle, Azerilerle, Ermenilerle, Araplarla, Acemlerle kaçınılmaz kader birlikleri anlamına geliyor. Geleceğin devrimcileri, sosyalistleri mücadelesinin her adımını, milliyet sınırları aşan çoğulluk içinde ve daha güçlü enternasyonalist perspektiflerle tanımlamak durumunda kalacaktır.
Kürt sorunundaki yeni duruma sol, sosyalist cephede ilk tepkiler ulusalcı şovenist anlayıştan geldi. Kürt halkının haklı taleplerine ve savaşı durdurma isteğine karşı açık pozisyon alan bu anlayışın, kararlılıkla devlet hattının dışına çıkmama çizgisi izlediğini ve kırk yıllık savaşın yarattığı milliyetçi psikolojinin etkisi altında politika ürettiğini görüyoruz. İki kutuplu yapının “resmi komünist ” politikası Kürt sorununda “kadroculuk”tan bu yana çizgisini değiştirmemiştir. Fakat Türkiye solundaki ulusalcı yarılma çok daha geniş bir alanı kaplıyor ve bir ideolojik politik anlayış olarak, faşizme karşı halkların birleşik mücadelesinin örgütlenmesinde olduğu gibi, soldaki parçalılığın aşılmasında da en önemli engeli oluşturuyor. Gezi Direnişinden bu yana bir antifaşist cephe kurulamamasının altında yatan sübjektif yetmezlikler kadar, her ortaklaşma önerisine aynı ulusalcı hattan direnen anlayışın ağır etkisi olmuştur. Antifaşist mücadelenin bölgesel nitelikler kazandığı bu evrede; ulusal parantezlere sıkışmış izolasyonist eğilimlerin, sorunun çözümü olmak bir yana parçası haline gelecekleri ve mücadelesinin karşısına dikilecekleri beklenmelidir. Devrimci Hareketin yeniden yapılanmasında en önemli ideolojik mücadele, aynı demokrasi cephesinin öğeleri olmalarına rağmen kaçınılmaz olarak ulusalcı şovenist çizgiyle, enternasyonalizm arasında yaşanmaya devam edecektir.
Diğeri ise daha seyreltik ama yaygın bir zaaf olarak; ezilen ulusun taleplerini ve mücadele hattını antifaşist mücadeleye daraltıp, bunu da AKP karşıtlığına indirgeyerek CHP arkasında konum almaya zorlayan yaklaşımdır. Kendi sorumluluğunun üstünden atlayarak Kürt halkına “Türkiye demokrasisi sorununu çözme” görevi yükleyen bu yaklaşım, onun kendi özgünlüğünü ve Kürdistan’ın diğer parçalarıyla iç içe olan diyalektiğini aynı ulusalcı saiklerle görmezlikten gelmektedir. Uzun yıllardır birleşik mücadelenin, tek kayıklı kürek gibi kendi etrafında dönmesinden ve TDH ile KÖH arasındaki stratejik ilişkinin, parlamenter alana ve vekillik düzlemine sıkışmasında bu yaklaşımın dolaysız sorumluluğu bulunmaktadır. Ancak bu yaklaşım da sürdürülebilir değildir. Çok köklü bir yenilenmeye uğratılmazsa bu tek ayaklı ittifak ilişkisinin giderek yol tıkayıcı olmaya başlayacağı ve stratejik ittifakın ihtiyaçlarına göre yeni tanımlara zorlanacağı açıktır.
Türkiye devrimci hareketinin yeniden yapılanmasının en önemli ayağı; KÖH ile eşitsiz güçlere dayanan ittifak zeminini kendi cephesinden eşitleme, ulusal parantezi kırarak enternasyonalizmi coğrafyamızda yeniden tarifleme ve Kürt sorununda mücadelenin yeni sürecinin ihtiyaç duyduğu biçimleri, örgütleri hayata geçirme stratejik görevleridir.
4. BAŞLIK: Antifaşist mücadelenin toplumsal tabanı; Üçüncü Kutup dinamikleri
5. BAŞLIK: Yeniden yapılanmanın örgütsel zemini
