4. BAŞLIK
4-Antifaşist mücadelenin toplumsal tabanı; Üçüncü Kutup dinamikleri
Türkiye siyasal sistemi 1950”lerden bu yana iki kutuplu yapı üzerine şekillendirildi. Devlet ve sermayenin çeşitli fraksiyonlarının öbeklendiği iki ana akım olan ittihatçı ve itilafçı gelenekler; CHP ve karşısındaki (DP-AP- ANAP- DYP- AKP ) partileri üzerinden temsil olundular. Osmanlıdan devralınan devlet geleneği; 1950 sonrası ABD ve NATO ile girilen ilişkinin sonucu, devletin çekirdeğine yerleştirilen Özel Harp varlığı ve diğer yandan devlet fideliğinde yetişmiş burjuvazinin niteliksizliği; burjuva demokrasisinin asgari düzeyde bile kurumsallaşmasına olanak tanımadı. Batıdaki modellerin aksine; devlet ve sermaye; diğer toplumsal kesimlerin siyasal alanda varlık göstermesine asla izin vermemiş, Osmanlıdan devraldığı “bahşetme ve boyun eğdirme” ile tanımlı hükmetme tarzını olduğu gibi sürdürmek istemiştir. İki kutuplu antidemokratik yapı; madalyonun iki yüzü gibi Alaturka Demokrasi ve Alaturka Faşizm veya her ikisinin ayırdetmekte zorlanılacak derecede içiçe geçtiği rejimler arasında salınarak günümüze dek ilerleye gelmiştir.

Bu açıdan bakıldığında Türkiye “demokrasi”sinin iki görünüş biçiminden sözedilebilir. İki kutuplu yapının hakimiyetindeki toplumsal olanın dışlandığı ve halkların “elini sandığa değdirmek”le yetineceği “resmi demokrasi”, diğer ise devlet ve sermaye dışında kalan ve giderek büyüyen çeşitlenen radikalleşen 3. kutup dinamiklerinin; resmi olanı toplumsal alanda sürekli işlemez hale getirdiği “fiili demokrasi” gerçekliğidir. Siyasal olanla toplumsal olanın, resmi olanla fiili olan arasındaki açı fazla büyüdüğünde ise, askeri siyasi darbeler (71-80-90-97-2010-2015-6) devreye sokulmuş ve demokrasi güçleri tuttuğu mevzilerden püskürtülerek iki kutuplu yapı yeniden tesis edilmeye çalışılmıştır.
Üçüncü Kutup dinamikleri ise; mücadele tarihi boyunca renkleri, dilleri, tarzları farklı da olsa; kimi zaman kızıl, kimi zaman kırmızı yeşil sarı, kimi zaman mor, yeşil, gökkuşağı renklerinde katılsalar da; aynı mücadele yatağında akarken o yatağı büyütüp genişleten bir nehir gibi, birbirini tamamlayan ve birbirini içererek ileri taşıyan bir işlev gördü.
Siyasal alandan zor yoluyla dışlanan Üçüncü Kutup dinamikleri, tarihsel ve sınıfsal çelişkilerin kesişerek mayalandığı toplumsal zeminlerde daha çok patlamalar halinde ortaya çıkıp, devlet ve sermaye saldırganlığına fiili olarak sınır koyan büyük kitle hareketleri üretti. 15 -16 Haziran İşçi Hareketi, 68 devrimci gençlik hareketleri, 70 lerdeki Devrimci – İşçi hareketleri, 80 lerden günümüze kadar Kürt Özgürlük Hareketi’nin yükselişi, 90 Bahar Eylemleri, 2000’ler kamu emekçileri, 2013 Gezi ayaklanması ve Kobane direnişi, kadınların isyanı, şimdiki gençlik ve halk hareketleri gibi bir tarihsel direniş hattı olarak çeşitli biçimlerde siyasi süreçlere damgasını vurmaya devam etti. Bugünün gençlik eylemleri, Newroz’u ve 1 Mayıs’ ıda bu yeraltı nehrinin Yenikapı’da Saraçhane’de, Taksim ve Kadıköy’de yer üstüne çıktığı toplumsal ipuçlarıdır.
7 Haziran 2015’te AKP’yi tek parti iktidarından düşürüp “devlete seçim kaybettiren” sonraki tüm seçimlere damgasını vuran ve tek adam rejimin temellerini sarsan dinamiklerin; yarattığı demokratik dalga, faşizm marifetiyle durdurulmak istendi. Direnişin çekirdeğinde bulunan KÖH’e dönük en ağır saldırılar gerçekleştirdi. Kentler tanklarla bombalandı, cenazeler sokaklarda teşhir edildi, canlı yayında insanlar yakıldı, binlerce insan hayatını kaybetti, yüzbinlercesi tutsak ya da sürgün edildi. KÖH dize getirilebilseydi 15 Temmuz’da elde ettikleri üstünlüğü bir toplumsal zafere dönüştürmek için en önemli engel aşılacak ve faşist devletin faşist toplumunu yaratılabilecekti. Fakat Üçüncü Kutup dinamiklerinin içerdiği tarihsel toplumsal direniş potansiyeli; Kürtlerin, kadınların, işçilerin, gençlerin, Alevilerin, ekolojistlerin, meslek gruplarının, yaşam tarzını korumaya çalışanlara kadar sayılamayacak kadar çok direnç unsurunun, harekete geçmesiyle toplumsal bir direniş hattı üretti ve rejim 15 Temmuz sonrası elde ettiği üstünlüğü bir toplumsal zafere dönüştüremedi. Daha sonra yerel seçimlerde ise; darbeci saldırılara rağmen kırılmayan Üçüncü Kutup dinamiklerinin, siyasal sistemin geleneksel iki kutuplu “deli gömleğine” artık sığmayacağını ve kendisini içermeyen her siyasal modeli işlemez kılabilecek potansiyele ulaştığını gösterdi.
Tarihsel olarak önderlik kategorisinde adım adım bir gerileme yaşanırken, toplumsal dinamikler tam tersine sistematik tarzda genişledi, çoğaldı ve çeşitlendi. Fakat bu büyümeye rağmen 3.kutup dinamikleri örgütlü bir taraf olarak ortaya çıkamadı. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, ağır bedellerle yürütülmüş demokrasi mücadelelerine, büyük toplumsal hareketlere, sistematik yoksullaştırma ve faşizmin dışlama politikalarıyla nicelik olarak sürekli büyüyen bir güç olmasına ve örgütlü muhalif yapıların çoğunluğunu içermesine rağmen; devlet ve sermayenin süreklilik arzeden temsiliyetlerine karşı üçüncü tarafı temsil eden bir siyasi irade inşa edilememiştir. Böylesi bir iradeden yoksunluk; toplumsal kesimlerin mücadelelerinde yalnız kalmasına, etnik mezhepsel farklılıkların sistem tarafından katliamcı tarzda istismar edilebilmesine, hak mücadelesine sıkışıp iktidar hedefinden kopmaya, darbeciliğin hareket alanının genişlemesine ve kazanımları koruyacak bir demokrasi mücadelesi geleneğinin oluşmasına izin vermedi.
Üçüncü tarafın bağımsız bir irade olarak ortaya çıkamamasının en önemli sonuçlarından birisi de; demokrasi güçlerinin 12 Mart,12 Eylül’den çıkışta ve 2000’lerde statükonun çözülme sürecinde, iki kutuplu yapının kimi zaman Kemalist, kimi zaman liberal muhalif kanatlarına yedeklenmesine neden oluşudur. İki kutuplu yapının iktidar nöbetini değiştirirken, kitlelerin öfkesini katalizör olarak kullanacağı yaklaşımla bugün de karşı karşıyayız. Tutarlı bir antifaşist mücadelenin ilk ve öncelikli adımı üçüncü tarafın örgütlenmesi zorunluluğudur. Kürt Özgürlük Hareketinin barajı çatlattığı yerden büyütmenin ve kurucu bir hegemonya yaratmanın yolu da, Üçüncü Kutup dinamiklerinin biraraya getirilmesi ve “Ezilenlerin Tarihsel Bloku”nun oluşturulmasından geçmektedir.
5. BAŞLIK: Yeniden yapılanmanın örgütsel zemini
