1. BAŞLIK
1-YENİDEN YAPILANMA
Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) dünyadaki sayılı mücadele geleneklerinden birini temsil etmektedir. Bu gelenek bir genetik hafıza olarak devrimci hareketin en zayıf olduğu koşullarda bile; faşizmin önüne dikilip CHP’ yi sola itekleyen toplumsal hareketin; rengine, sloganlarına eylem biçimlerine damgasını vurabiliyor.

Bu geleneğin temsilcisi olan yapılar bütün yetmezliklere rağmen varlıklarını sürdürmeye ve mücadeleyi geleceğe taşımaya çalışıyorlar. Fakat temel kuvvetler ilişkisine bakıldığında, bu tarihsel arka plan tüm samimi çabalara rağmen bir niteliksel sıçramaya uğratılamadı ve bir “önderlik sorunu” olarak yarım asıdır birike birike gelen toplumsal muhalefeti birleştirme ve devrimcilerin birliğini sağlama temel görevlerinin ne yazık ki üstesinden gelinemedi.
İçinden geçtiğimiz günlerin bir kez daha kanıtladığı gibi; bu görev hemen her siyasi dönemeçte yakıcı tarzda kendisini hareketin gündemine yeniden dayattı. Önderlik iddiası taşıyan iradelerle topumsal hareket arasındaki kopukluk ve asimetrik ilişki en çarpıcı şekilde Gezi isyanın da ortaya çıkmıştı. 2010 sonrası statükonun çözülüşü ve devlet katında darbeler / karşı darbelerle faşizmin altyapısı döşenirken, hak mücadeleleri seviyesine sıkışıp kaldığımızda da aynı durum yaşanıyordu. Kürt özgürlük hareketinin son 40 yıla damgasını vuran yükseliş dönemlerinde onunla demokrasi mücadelesini birleştirmek ve eşitsiz gelişimi aşmak gerektiğinde de tıkanma nedeni buydu. Ya da Suruç ve Ankara katliamlarının ardından (yapıların tümünün irade beyanına rağmen) bir antifaşist cephe kurulamadığında da benzer gerçeklikle yüzleşiyorduk. On yıldır gün gün mevzi mevzi faşizme karşı mücadele yürüten kadınların işçilerin emekçilerin öğrencilerin yaşam alanını koruyanların verdikleri mücadelelerin bağımsız bir siyasi hatta birbirine bağlanması ve birleşik irade yaratılması gerektiğinde de; mücadelenin önüne hep aynı “örgütçülerin örgütsüzlüğü” gerçeği tekrar tekrar demokrasi güçlerinin önüne dikilmiştir.
Devrimci hareketin bir bütün olarak sınıf savaşı içindeki pozisyonuna bakılıdığında görülen budur. Önderlik sorununa yanıt üretemeyen devrimci hareketin giderek kendini korumayı temel faaliyet amacına dönüştürmesi, mücadelenin dinamizminden kopmasına ve daralmasına neden oldu. Birleştirici irade ve ortak aidiyet yaratılamadığı için eski aidiyetlere muhafazakarca tutunan geleneksel “dar grupçu önderlik tarzı”, yeni kuşakları da içine alarak “bir yenilenmeme zaafı olarak” varlığını devam ettirdi. Bayrak yarıştırma ve güç gösterisine dayalı rekabetçilik, birleşik siyaset yerine birbirine siyaset yapmak, devrimci ilkeleri hiçe sayan pragmatizmin birleştirmeyen aidiyetlerin postmodern kimlik yarıştırmasına dönüşmesi devrimci hareketin moral dokusunu çözmeye başladı. Benzer sloganlarla benzer pratikler yürütülürken, asgari düzeyde bile ortaklaşamamak; öncüsü olması gereken dinamiğin ardına takılarak “toplumsal hareketleşmeye” ve çözme iddiası taşıyan iradelerin bizzat sorunun parçası haline gelmesine neden oldu. Mücadelede devrimci damar zayıflayıp içe kapanırken; kendiliğindencilik, liberal ve ulusalcı eğilimler ideolojik politik deformasyonu derinleştirerek güç kazandı.
Bu tablo, farklı biçimlerde yaşanıyor ve sübjektif yönler içeriyor olsa da esas olarak devrimci hareketin bütünsel sorunlarının yapılardaki tezahür ediş biçimleridir. Aynı zamanda ve bununla mücadele etmeden hiç bir yapının özgün sorunlarını çözemeyeceğinin kanıtları olmaktadır. Bir “önderlik sorunu” olarak toplumsal muhalefeti birleştirme ve devrimcilerin birliğini sağlama görevinden imtina edildikçe; devrimci harekette kriz daha da derinleşerek bölünmeler rutinleşti. Örgütsel arayışlar mevcudun sürdürülebilir olmadığının göstergeleridir, fakat hareketin bütünsel sorunlarıyla yüzleşmeyen kendisini bu sorunun ve çözümün parçası olarak görmeyen girişimler de aynı kısır döngüye girmekten ve hareketin parçalılığı sorununu yeniden üretmekten kurtulamıyor.
Kuşkusuz hiçbir yapı geleceğe kendisini olduğu gibi taşıyamaz. Geçmişteki pratiğiyle gelecekte daha büyük sonuçlar alabileceğini bekleyemez. Bütün yığınağını parlamenter alana yapmak gibi revaçta olan kolay çözümler aldatıcıdır. Toplum çok derin bir yoksulluğun, işsizliğin geçinememenin, toplumsal çürümenin siyasal baskının altındadır. Faşizmin “baskı ve günü kurtarma politikaları” tepkileri ancak kısa süreler için erteleyebilir. Güncel olarak görünür olduğu gibi önümüzdeki süreci 40 yıldır bastırılmış, enerji biriktirmiş ve hangi biçimlerde kendisini göstereceği belli olmayan toplumsal hareketler belirleyecek. Bu dinamikle devrimci hareketin ilişkisi Gezi isyanıyla ilişkisi gibi olamaz. Kitle hareketine övgüler dizmek de “önderlik sorunu”nu kendiliğinden çözemez. Bu dalga solun yeniden yapılanmasının kitlesel zeminini, mücadele tarzlarını, örgüt formlarını belirleyecek ve bunun dışında kalanlara varoluş imkanı tanımayacak derinliktedir. Sınıf savaşının geldiği evre devrimciliğin asgari koşullarını yeniden belirlediği gibi “önderliğin” de asgari ölçülerini iddia sahiplerine dayatmaktadır.
Öte yandan 2000’lerden itibaren Kürt Özgürlük Hareketi’nin birleşik mücadele temelindeki adımları devrimci hareketin sadece ittifak içinde olanlarının değil, tümünün hareket kabiliyetini, politik etki alanını, kitleyle temasını genişleten bir zemin yaratmıştı. Her iki halkın mücadelesinin ortaklaştırılmasının sağladığı sinerji tek adam rejimini yıkıp “devlete seçim kaybettiren” 7 haziran 2015 başarısını üretti ve faşist rejimin karşı darbesine kadar genişlemeye devam etti. Fakat devrimci hareketteki örgütsüzlük aşılamadığı için bu genişleme sürüdürülemedi ve parlamenter alanda vekillik düzlemine sıkışmış bir ilişkiye geriledi. Gelinen noktada ise; KÖH’ün başlattığı yeni süreç aynı tarz ilişkiyi sürdürülebilir olmaktan tümüyle çıkartan ve ilişki zemini yeniden tanımlamaya zorlayan sonuçlar yaratacaktır.
Bütün bu gerçeklikler Türkiye Devrimci Hareketi’nin bir döneminin kapanmakta olduğunu ve yeni bir dönemin eşiğine gelip dayandığının göstergeleri olmaktadır. Bölgede ve ülkede yaşanan derin siyasi kırılmalar, faşizme karşı toplumsal öfkenin yönünü aradığı mevcut koşullar devrimci hareketi bir eşiğe getirmiştir. TDH’nin yeni dönemde geleneğini geleceğe taşıyabilmesinin ve “Önderlik Sorunu’na” çözüm olabilmesinin yegane koşulu ise; hareketi bir bütün olarak ele alan ve bütün potansiyellerini harekete geçireceği köklü bir yeniden yapılanmaya gitme mecburiyetinden geçmektedir.
Yeniden yapılanma görevinin basitçe “örgütlerin birleştirilmesi” tarzında ele alınamayacağı ÖDP deneyimi ve ardından benzer çizgideki birçok girişimin başarısızlıklarıyla açığa çıkmıştı. Sorun örgütlerin birliğinden ziyade, daha karmaşık, içiçe geçmiş halkalardan oluşan kompleks bir niteliktedir. Şimdiye dek bu yoldan sonuç alınamamış olması sübjektif unsurlardan çok sorunun bu kompleks niteliğiyle ilgilidir. Türkiye Devrimci Hareketi’nin yeniden yapılanma görevi; birbirinden ayrılmaz ve eş zamanlı mücadele yürütülmesi gereken; demokrasi güçlerinin birliği sağlama görevini, bir taktik disiplin etrafında mevcut yapıların ve çevrelerin koordine olması mecburiyetini ve nihayet örgütlü örgütsüz devrimcilerin birliğini sağlama hedefini içeriyor. Birbirine bağlı ve birlikte çözülme zorunluluğu olan bu sorunlar; devrimci hareketin ortak sorunu haline getirilmeden ve hareketin kolektif aklı, emeği, birikimi seferber edilmeden, tekil girişimlerle sonuç alınamayacağı da ortadadır. 19 Mart’ta süreçlere damgasını vuran toplumsal hareket örgütlülüğünü ararken; demokrasi ittifakı, sosyalistlerin ortaklaşması ve devrimcilerin birliği başlıklarını bütün ağırlığıyla yeniden gündeme getiriyor ve aynı zamanda bunların çözümü olacak yeni devrimci kuşakları da siyaset sahnesine çıkartıyordu.
2. BAŞLIK: Yeniden yapılanmanın politik taktik zemini; ANTİFAŞİST MÜCADELE
3. BAŞLIK: “Adı konulmamış süreci” antifaşist mücadeleye bağlamak
4. BAŞLIK: Antifaşist mücadelenin toplumsal tabanı; Üçüncü Kutup dinamikleri
5. BAŞLIK: Yeniden yapılanmanın örgütsel zemini
